Ah bizim kader karşısındaki şu çaresizliğimiz, yoksunluğumuzun içinde acınası halimiz, onların bizi yoksun bırakma hakkına duyduğumuz sevimsiz ve haksız öfkemiz… İnsan haklarının kendi içindeki çelişkilerinin burada da önümüze çıkacağını düşünememiştim. Nasıl herkes yaşama hakkına sahipse, ama bu kimsenin bizi yaşatma zorunluluğunu doğurmuyorsa; sevilme hakkına sahip olmamız da kimsenin bizi sevmesini zorunlu kılmıyor. Ve sevginin serbest piyasa ekonomisinden daha merhametsiz dağıtıldığı dünyada evsizden çok sevgisiz olması bizi şaşırtmamalı.
O zaman burada da herkesin hakkını alabilmesi herkesin üretim araçlarına sahip olmasıyla mümkündür. Sevgiyi kendi kendimize vermeliyiz. Biz doyduktan sonra belki artanları başkalarıyla paylaşabiliriz. Yine de birileri çıkıp vadeli anlaşmalarla kendimize vermemiz gereken sevgiyi de satın alacak, vadesi geldiğinde enflasyondan ötürü elimize çok az şey geçecek ve her şey başa dönecektir. Demek ki çaresizliğimiz, yoksunluğumuz, öfkemiz bitmeyecektir. Emek hırsızlığını makul gösteren açlık, bizim öfkemizi makul gösteremeyecektir.
Kendimiz olmamıza izin verilmeyen dünyada kendimizi tanımaya çalıştıkça kendi çirkinliğimizle yüz yüze geliyoruz. Kendi güzelliğini görmenin zevkiyle Narsis nasıl suyun başından ayrılmadıysa kendi çirkinliğimizi görmek bize tarifsiz acılar yaşatıyor. Bu acılar öfkemizi arttırıyor, öfke de çirkinliğimize çirkinlik katıyor. Bir şeyler yapmalıyız. Yaralarımızı sarmalı, acımızı dindirmeliyiz.