Hikaye

Çürümüşlüğe Sıkışmak

Biten yılın son günlerinin belirsizliklere açılan ilk kapı olduğu su götürmez bir gerçekti. Kışa atfedilmiş hüznün umuda dönüştüğünü görmek baharın kapısını aralarken mümkün olabilirdi. Ancak geçmiş yüzyıllardan kalmış olabilecek bir bekleyişin sonu geliyordu. Bütün bir şehrin karmaşası arasında geceye düşen büyük bir sükunet gibi duruyordu kadın. İlk andan itibaren içime dolan her an varmış hissi bütün bir bekleyişin içini doldurmuştu. Telaşa dalmış kalabalıkları aşıp gelen huzurun ağır adımları duyuluyordu. Cümlelerin tarif edebileceği “an”ların ötesine geçildiğini hissediyordum sonunda. Keza çokça kelime aramak kelimelere yapılabilecek büyük bir haksızlıktı.

Konuştukça sempatikleşen tonlaması sardı önce ruhumu. Gözümün önünde canlandıkça benden bir parça gibi sarıp sarmaladığım ruhuna erişmenin keyfi sardı geceyi. Uzun cümlelerin ardına saklanmış tek bir kelime gibi saklıyordu isyanını. Ay ışığının çıplaklığı gibi naif bir utangaçlığa aitti gülümsemesi. Saçlarının dalgaları arasına hapsettiği yıldızlar, her geçen gece daha büyük bir ahenkle dolduruyordu içime denizin kokusunu.

Öylesine büyüleyici bir mizaçtı ki bu karşısında geçmişin karanlığının yok olduğunu derinden hissetmek ruhuma verilmiş bir hediyeye dönüşüyordu. Bütün kelimelerini hapsettiği “hiç”lerin “hep”lere dönüşümü arasında savrulan ruhlarımız daha da kenetlenmişti. Ruhları aşan bir tutkuyla omuzlarına düşen ay ışığı simgeliyordu artık dudaklarımın tenine olan arzusunu. Zamanı aştıkça güzelliğinin dolduğu şehvetin sarhoşluğu, akreple yelkovanın arasına dolduruyordu kokusunu. Zamandan habersiz çürüyen gecelerin karanlığı dağılmıştı sanki. Bir kadeh daha doldurdu ışığının çıplaklığından ruhumun diplerine. Her kelimenin arasında umuda dair bir şarkı çalınıyordu sanki dudaklarının her hareketiyle. Ayna karşısında verilmiş verildiği an unutulmuş sözler gibi aniden yükselip boşluğa karışıyordu cümlelerim. Cümle kurmak böylesine büyük bir fetişken üstelik. Kurulmuş cümleleri yaşıyor olmak mıydı bu yoksa yeni cümlelerin habercisi bir sonun ilk adımı mıydı? Bilmiyordum yada biliyordum, zaten bunun bir önemi yoktu. Güzelliklerin böylesine toplandığı bir kadının karşısında cümleleri aşarak sevebilmeyi becerebildim ancak.

Geceye karışırken iki siluet, kentin gürültüsü arasında duyuluyordu akreple yelkovanın sesi çünkü biz sarhoştuk “an”ların ötesinde. Her dakikanın ilerleyişinde daha da kapılan bir çift ruhun savruluşuna şahitlik ediyordu gece. Lakin ötelemek istesem de farkına varmak istemediğim bir çığlığın yankısı duyuluyordu derinlerden. Peşimi bırakmayan inceliklerin iç çekişleri dolduruyordu kulaklarımı. Böylesine etkilenmişken ruhundan ve ruhum böylesine açılmışken sevebilme hissine, hala nasıl sarıyordu geçmişin çürümüşlüğü geceyi?
Kendimde duyduklarımı yok sayarak kadının sarhoşluğunda kalmak, kaçmaktı artık. Vazgeçişler böyle başlardı zaten. Ruhumu bırakıp kaçtığım her güzelliğin gölgesinde gece vazgeçişlerime sahip çıkardı. Sıkışmışlığın geceye ait değil, gecenin hatıralara ait olduğunu anladığımda vazgeçilmez tek şeyin gece olduğuna yemin dahi edebilirdim. Bu sıkışmışlığı sığdıracak yeni bir oda bulmuşken beynimde sıkışmayan bir soru dolaşmaya başladı.

Kapalı bir odaya mı sıkışmış bedenim yoksa bedenimin içindeki odalarda mı saklı kalmışım?
Yıllar önce bir kadını sıkışmışlığına isyan ederken sadece izlemek bütün lanetim.
Kalabalıkların yerleşmiş gürültüsü altında geceleri avaz avaz bağırmak da çözüm değil elbet. Bir iki adım ötede sesi yok edilmiş kadınların göz yaşı düşerken. Sıkışmanın normların içinde kalmak değil normları oluşturmak olduğunu söyleyen o kadının isyanı bugünün laneti. Geceye düşen isyanın sabaha yok olması alışmak değilse de kolaya kaçmak elbet. Peki alıştığım bu çürümüşlük? Öyle büyük acılar var ki bu sıradanlığın içinde, “acı” bir kelimeye bu kadar da yüklenmek büyük haksızlık. Bazı kelimelere ne çok haksızlık ediyoruz sıradanlık adı altında.
Ta ki gece alışkanlıkların laneti çökünce boğazına, mezarında çürümüş etler de ayrılmışsa kemikten ve sokak köpeklerinin gözlerine yansımışsa küçük bir çocuğun korkusu ancak o zaman ruhumuza sızlayan o derin yarayı hissediyoruz. Aranan ellerden tutmadan henüz ve sıcak nefesleri duymadan dudaklarımda vazgeçiyorum. Vazgeçiyorum çünkü kapılıyorum kalabalıkların yok oluşuna. Vazgeçiyorum zamansız sevda sözlerini tutturmaktan. Vazgeçiyorum çünkü sürükleniyorum bu büyük kötülüğün gölgesinde. Vazgeçiyorum bir masala inanma saflığından. Vazgeçiyorum çünkü isyan eden o kadını öylece izlerken duyduğum korkaklığım düşüyor aklıma. Fark ediyorum ki bu derin sıkışmışlığın içinde başıma gelen en iyi şey acı çekmeye başlamam.


Previous ArticleNext Article

Bir yanıt yazın