Deneme

Alkışlayan Herkes Zulme Ortaktır.

claque-alkış-applause

İstatistiksel olarak her 63 kişiden 63’ü alkışlar ve kimse nedenini sorgulamayı aklına dahi getirmez. İstatistik mühim bir enformasyon yöntemi, yani istatistiksel olarak açıklanmış bir veri muhakkak doğrudur. Zaten istatistik bilimi bulunana değin insanlığın hiçbir doğrusu yoktu. İmdi mutlak doğru gün yüzüne çıktıktan sonra neden bu eylem ifa edilire gelinirse, zira eylem düşüncenin önüne geçince elden bir şey gelmez. Eller onlara emredilen ne ise onu yapar. Aslında alkışlamak biraz da tefekkür mahrumiyetinin dışavurumudur. İstifham etmeyi arka plana atan vücutta artık refleks gibi kendine yer edinir.

Alkışlamanın fizyolojisini ve psikolojisini profesörleri, doçentleri ve ülkenin nadide aydınları zaten yapacak ve zorunlu şerhin yapılmasının ardından şakşakçılar ile yaltakçılar alkışlamaya devam edecektir. Çünkü bu dünyada sadece yanlış şeyler yanlış gitmez. Yerküre üzerinde doğru olmayan ne varsa aksamaksızın devam eder. Hakikat ise mutlaka bir çelmeye takılıp düşer, muhakkak bir duvara çarpar, yalpalayarak yoluna devam eder. Hakikat varacağı yere vardığında ise alkışlanmaz, alkış sadece vaktinde ifa edilen eylemlerin mükâfatıdır, geç icra edilen eylemler mevzu bahis dahi edilemez.

Aslında işin içine bir nebze septisizm katarak sebebi bulmağa gayret edilir, mantık pervazları biraz zorlanıp nedenler dermeyan edilirse işin bâtını zaten kendini teşhir edecektir. Zira eylemin tefekkür kısmının yetim bırakılmasından ötürü eylem kendine elbet haklı sebepler bulur. Çoğu zaman neden yaptığını bilmeden, sırf karşılık olsun diye alkışlayan ve alkışlanan bireyler, gerçekten buna bir mana getirme kısmına gelince kalın duvarlarla karşı karşıya kalır. Cidarlarını yıktığındaysa insan, ışığın kendisiyle tanışır. Zulmetin içinde oyalandığını duvarlarını yıktığı vakit derk eder. Ancak hakikat için gecikme diye bir şey yoktur, ne güzel ki hakikat her vakit bulunmayı bekleyedurur.

Tahkir etmek için alkış, şüphesiz en etkili yollardan biridir. Bazen küfür ile zuhura gelemeyecek, ifade edilemeyecek hâller, daha tesirli bir usul olan alkış ile gösterilebilir. Bastırma psikolojisinin getirdiği nahvet, alkış ile daha da hararetlenir. Pejoratif bir tatbikata bürünerek alkış, tam da gerçek suretini göstermeye başlamıştır. İşin üzücü tarafı bu böbürlenmeyle birlikte insanın yüzünde daha da tiksinç bir kahkaha fotoğrafı beliriverir. İnsanın bu fotoğrafı yüzünden atması uzun süre mümkün olmayacaktır.

Bir siyasi partinin diğer bir siyasi partiye karşı tavrını göstermek için yapılan bir protesto bile olabilir bazen. ‘Milletçe alkışlıyoruz.’ diyerek beyan dile gelmez. Söyleyecek bir şeyi olmayan toplumların refleksidir alkışlamak. Siyaset ise şeytanın dünyadaki temsilcisidir. Siyasetin içeriğinde anlamlı kılınan bir protesto, hakikat mizanında hiçbir kefeye sığmaz. Ortada bir sorun varsa bile; bu sorunu hal etmek yerine, sorunu ifşa etmenin derdine düşenlerden olmayın. Alkış kusuru meydana çıkarmanın karşılığı olabilir, lakin siz sebat ile muhabbet edin. Muhabbetin yolu ile uzlaşmağa varın. Bu hasımlıktan alkışın ne failine ne de münfailine fayda var.

Alkış kendine en güzel yeri kalabalıklar içinde bulur. Çünkü kalabalık farklı olmaktan vazgeçip, doğru yahut yanlış olmasına bakılmaksızın, aynı olmanın farz olduğu bir mahaldir. Kişi artık sebebini dahi sorgulamaksızın alkışlamaya başlar, eğer alkışlamazsa tüm gözlerin üzerine çevrileceğini bilir. Seyircilerin en ön sırasındaki kalender beyefendi bir orkestra şefi edasıyla alkışlamaya başladığında artık neden ve zamanlama sorgulanmaz, arkadaki güruh istibdata iştirak etmeye mecburdur. Kalabalığa tabi olmak, kalabalığın içinde tutunabilmenin yegâne düsturu, bu düstur tatbik edilmezse birileri pirincin içindeki taşı ayıklamalıdır. Zira bu taş zamanla bir diş ağrısına dönüşebilir ve bu diş ağrısı ilerlediğinde geri dönülmez bir noktaya ulaşabilir.

Şakşakçılık elbette(!) bir hastalık olarak tarif edilemez. Geri dönüşü, daha müsbit bir tabirle mükâfatı olan ameller maraz olarak nitelendirilemez. Şakşakçılık olmasaydı ağalarımız, beylerimiz ne yapacaklarını bilemezlerdi. En azından insanlara ilişmemeleri açısından şakşakçılar toplum için çok kıymetli. Şakşakçılık için koruma dernekleri ve de memur kadrosu açılması iktiza eder. Yoksa gittikçe nesli tükenen şakşak ehli ile birlikte cemiyetler acı çekmeye başlayacaktır.

Ölenin arkasından alkış tutmak ise şu ruh halinin eseridir, palyaço oyununu oynamış ve sahne tamamlanmıştır. İzleyicilerin mukabele ederek alkışlaması icap eder. Alkış devam eder ve giderek yükselir alkış sesleri. Çünkü sanatçılar ve palyaçolar ölmezler. “Bir tek palyaçoların yoktur yaşam ve ölüm sorunları, çünkü onlar dünyaya aile yoluyla teşrif etmezler. Doğa yasalarının dışında yaratılmışlardır ve hiçbir zaman ölmezler, yoksa komik olmazdı.”[Romain Gary]

Her bireyin insiyaklarının etkisinde bir hayat sürdüğü su götürmez bir gerçek. İnsanoğlu iptidai çağlardan beri güdüleriyle varoluşunu sürdürmüş ve onlara riayet ederek varlığına bir yol edinmiştir. Ancak her şeyde olduğu gibi, güdülerin idamesinin de hudutları vardır. Ne yazık ki, sınırlarını bilmemek konusunda insan yaratılmışların en acımasızıdır. Sınırlarını çiğnemeye başlayan insan güdülerin himayesine girmeye başlar. Öncelikle insanda bazı zaruri ihtiyaçlar vardır; beslenme ihtiyacı, sığınma ihtiyacı gibi. Lâkin insiyak ilk şartlarda sana ne yiyeceğini değil, sadece yemen gerektiğini hatırlatır; şöyle bir mükellef sofra kur, fotoğrafını çek, sonra onu paylaş demez. Bunu dedirten şey artık içgüdü değil, dış-güdüdür. İşte ihlal edilen sınır artık muhtaçlığın bitip, başka yönlendiricilerin etkisi alanına girilen bölgeye işaret eder. Alkışın da güdüsel bir davranış olduğu düşünülürse atlanılan nokta bunun dahili değil, harici bir etken olması. İnsan içgüdüleriyle minnet duygusunu harekete geçiren bir tutuma muhatap olduğunda karşılık vermek ister. Doğal olan yollar ise tebessüm ve teşekkür etmek gibi tutumlardır. Ancak dış etmenlerin harekete geçirdiği iradede bu tutum alkış gibi kibrin türevlerinden olan bir usul ile gerçeklenir. Öncesinde değinildiği üzere alkış sadece kibrin değil, bazen tahkirin, bazen yalnızlık korkusunun türevi de olabilir.

Teşekkür etmeyi külfet olarak gören zatı alilerin kendi nefsani arzularının bir türevi olarak da tarif edilebilir alkış. Çünkü teşekkür etmek sanki eğilmek, baş eğmek gibi kavranır da alkış işte bu itaatten kurtulmanın bir yolu gibi düşünülür. İnsan alkışlayarak ellerine eziyet eder, lakin diline teşekkür ettirerek nefsini zora koşamaz. Kibrini dizginleyemeyen nefis alkışı bir kaçış noktası olarak görür. Ne yazık ki atlanılan mesele hiç de öyle hafife alınacak bir mesele değildir. Teşekkür, şükrün tecellisidir. Hz.Peygamber aleyhissalâtu vesselâm’ın “İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a da şükretmez.” [Tirmizi] hâdisi işbu gerçeğe dokunur.

Alkışlar bittiğinde, alkışlanacak oyunlar ve senaryolar tükendiğinde insanın elleri ne yapacak, bu tam bir muamma. Muhakkak ki her oyunun bir sonu kaim, yazılan metinlerin bir gün nesli tükenecek ve alkışlayan insan o gün geldiğinde ne yapacağını dahi bilmeyecek. O gün elleri bile dinlemeyecek hiçbir kimseyi. O gün geldiğinde sahneler, dekorlar, ışıklar ve perdeler dahi insanları kurtaramayacak. Zihinlerdeki muhtemel bir replik; ‘Veeee cehennem için 33 milyonuncu talihlimiz geliyor, alkış istiyorum, lütfeeen alkışlayalım.’ İnsanlığın gittiği uçurum, tam da bunu gösteriyor. Zihinler o kadar paslandı ki, insan sonrasını düşünemez ve idrak edemez bir konuma geldi. “Tiyatronun kulisinde yangın çıkmış ve palyaço insanları haberdar etmek için sahneye gelmiş. İnsanlar bunu bir şaka zannedip alkışlamaya başlamışlar. Palyaço uyarısını tekrarlayınca ise onlar alkışlarının şiddetini arttırmış. Sanırım dünyanın sonu da tüm nüktelerin şaka olduğunu zannedenlerin alkışları eşliğinde gelecek.”[Kierkegaard]

Halkın tesemmüm ettiği ortada iken; zehrin ne olduğu belli ve ne yapılması gerektiğini bilen, yine de eylemsizlikte sebat eden toplum yöneticileri bu durumu dahi ranta çeviriyor. Demopedi arka plana atılıyor ve kimse irşad edilmiyor. Zaten kimsenin de işine gelmiyor, alkışlamak toplumun zihnini köreltiyor, itikatlarını bile bağnazca yaşamalarına neden oluyor. Alkışlanmak ise parlamenterlerin, bakanların emniyetini sağlamaya devam ediyor. Alkışlandıklarında anlıyorlar ki toplum güdülmeyi bekliyor ve muhakkak ki onların üzerine düşen sadece çobanlık etmek. Gafletten uyanan talip hemen şimdi alkışlamaktan vazgeç. Bırak onlar anlamak istedikleri gibi anlasınlar, sen işe anlamadığını anlayarak başla. Bir öğüt ister isen, şüphesiz bu bir öğüttür:

“Ka’be huzurunda (müşriklerin) namazları ise ıslık çalıp el çırpmaktan[alkışlamaktan] başka bir şey değildir. O hâlde inkârınızdan dolayı azabı tadın bakalım!” [En’fal 8:35]

Previous ArticleNext Article