Bir fotoğrafı vardı bende. Nerden buldum, nasıl buldum hiç hatırlamıyorum. Ama o fotoğrafı hiç unutmayacağım şekilde kazıdım hafızama. Yüzüne vuran güneş, dudaklarda yarım bir gülümseme, hafif dağınık saçlar… O fotoğrafa dakikalarca, belki saatlerce bakmıştım. Siz hiç birinin yüzünü ezberlemek istediniz mi? Ben istedim. Şarkıların biri bitti biri başladı kulaklarımda. Ben o fotoğrafa, fotoğrafın içini görür gibi baktım.
Çok sevmiştim. Bu iki kelime artık o kadar sıradan ki anlatamaz benim ona sevgimi. Sadece sevenler bilir böyle “çok sevmeyi”. Her aşk biraz imkânsızdı, her imkânsız da biraz aşka dönüşüyordu. Öyle bir zamanda çok sevebilmek yürek istiyordu ki ben tüm yüreğimi koşulsuz şartsız vermeye hazırdım. Neden onsuzdum bilmiyorum, zaten çoğu insan bilmez neden sevdiği yanında değildir. Sevilmemek demek istemiyorum, sevilmemeyi hak edemeyecek kadar çok sevmiştim ben. O, sevmeyi hak edecek kadar iyi yürekli değildi belki de. Ama ben onun kusurlarını görmezdim ki. O hep giderdi, ben hep beklerdim. O her geldiğinde ben hep affederdim. Ki pek çok sefer de geri gelmişti.
Bazı şeylerin olmamasının nedeni yoktur belki de, kader deyip geçeriz ya hani. O kesinlikle benim kaderimde değildi. Ne yapalım yani? Ben onu koşulsuz severdim zaten, beklentiler içine girmeden, hiçbir şey talep etmeden, hiçbir yere gitmeden.
Bir kere bile o ezberlediğim yüzü avuçlarımın arasına alamadım. Öpemedim o yarım kalmış gülümsemeyi. Dalgalı saçların kokusunu içime çekemedim. Tuhaf oluyor tabi böyle söyleyince. Kokusunu bilmediğim saçların dalgası ezberimdeydi. Sıcaklığını hissedemediğim dudaklar tüm güzelliğiyle birlikte zihnimdeydi.
Sonra yok olup gitti. Yırttım o fotoğrafı. Hem de üzerinde düşünmeden, aniden. Yırtınca o görüntü zihnimden de kaybolur sandım, ne büyük aptallık! Elimde parçalanmış bir gülüş, ikiye bölünmüş bir yüz. İçim yandı, içim cehennem oldu ama yırtmıştım zor olsa da. Bir daha asla bulamayayım diye attım. Tahmin ettiğim gibi bir daha da asla bulamadım. Ama o fotoğraf, o ezberlediğim yüz, hala ilk günkü gibi aklımda.