Öykü-Dizi

Kıydılar Bize – 18.Bölüm

18. On sekiz. Bildiğimiz on sekiz.

“Ve ben kahve içemem.” dedi İzzettin Nikolayeviç. Kadına dikili gözleri ve tüm dikkatiyle birlikte dedi.
-Çok üzüldüm. Oysaki kahvenin özel bir karakteri ve yaşanmışlıkları vardır. Yaşanmamışlıkları dahi yaşanmaya iter.
-Demek istediğini anladım sanırım lakin midem problemli benim. Seninle oturup şöyle iki sert kahve içememek o kadar dokunuyor ki. İleride, yani beni terk ettiğinde yaşanmış güzel kahve anılarını hatırlayamayacak olmak kahrediyor beni.
-Kirpiklerim gözlerimden düşene ve ruhum bedenimden ayrılıncaya değin üzüleceğim.

Haldun Taner Tiyatro Binası önünde sigaralarını içiyorlardı. Vakit ayrılık vaktiydi. İzzettin Nikolayeviç titreyen gönlünü açık etmemek için o denli gayret gösteriyordu ki ciğerleri her an patlatabilirdi kendini. Patlatmadı. Kadına döndü. Saçları kısa olan kadına döndü. Saçları kısa ve esmer kadına döndü. Saçları kısa, esmer ve kendine güvenen dişleri olan kadına döndü.

Bir şey diyemedi, yalnızca gözlerine bakabiliyordu. Gözlerini kaçırdı ve kadının botlarına bakarak:
-Sanırım bir daha görüşemeyeceğiz. Kader bizi neden tanıştırdı ve buraya kadar getirdi bilmiyorum. Bu iyiliği, bu kötülüğü bize neden yaptı bilmiyorum. Bizimle neden uğraşıyor bilmiyorum. Sen gidince yani şimdi ben kocaman bir bohemliğin içine düşeceğim. Senin beni aldatışlarını izleyeceğim ancak bileceğim ki ruhunda ben varım. Bu alçaklık mı bilmiyorum, bundan haz almasam da bundan ve senden vazgeçemiyorum.
Kadın çakmağı uzattı. Bende kalmasın, dedi. Elleri titriyordu. Soğuktan mosmor elleri.
İzzettin Nikolayeviç çakmağı kadının cebine koyarak. Lütfen bunu ölene kadar sakla, dedi.

Karanlık çökmek üzereydi. Ortalık siyah beyaz filmler kadar renkli ve insanlar yağmurda ıslanan bir sokak kedisi kadar çaresiz kaçışıyordu. Kadın güldü. O anda gözlerini kapattı İzzettin Nikolayeviç. O an ölmek istedi. Her şeyin orada kalmasını istiyordu. Her şeyin. Hiçbir şey o anda kalmayacaktı. Kadın, çantasından bir dergi çıkardı. Yeşil ve siyah. Yeşil onların yeşili, siyah ruhlarının siyahıydı. Üzerinde bir şeyler yazıyordu. İzzettin Nikolayeviç dergiyi aldığı gibi parkasının cebine attı. Ondan sonsuza kadar saklayacağı bir şeydi bu. Sarılmak için bir hamle yaptı lakin hamleyi dışarı vuramadı.
-Ne zaman okuyayım?
-Ne zaman istersen, benim yanımda değil ama. Ayrıldığımızda okunmaya göre ayarlı.
-Evde okuyacağım.

Âşık Mahsuni sardı dört bir yanı. Kulaklarda bir türkü. İşte gidiyorum çeşmi siyahım. İzzettin Nikolayeviç, kadının zülüflerini eliyle kulaklarının arkasına attı. Yüzü avuçlarında. Sarıldılar. Bir idam mahkûmunun sevdiklerine son kez sarılışı gibiydi bu sarılış. Çeneleri birbirlerinin omzunda. İdama gitmeseler de ikisi de biliyordu ki insan hayatı boyunca yalnızca bir defa böyle şeyler hisseder. Birbirlerinin ellerini bir defa dahi tutmadan ayrıldılar. Attıkları her adımda birbirlerinden kilometrelerce ayrı düşüyorlardı. İnsanlardan çekindiklerinden değil ancak güçsüzlükten içlerini dökemedi, güldüler. Adımlar denizleri ve okyanusu dahi aşıyordu.

Yaşanmışlıklar insanın canını yaksa da bu iki insan için bu böyle değildi. Bu insanlar yaşanmamış onca şeye lanet ediyordu.



Previous ArticleNext Article

Bir yanıt yazın