- On üç. Bildiğimiz on üç.
-Sakalları da düzeltelim mi yavrum?
-Yok ağabey. Onlar en candan arkadaşım.
-Arkadaşın ama altları hava almıyor. Bak sonra yara çıkar altlarda.
-Öyle mi diyorsun usta?
İzzettin Nikolayeviç sağ eli ile sakallarını yokladı. Aydaki yansımasına kafasını önce sağa sonra sola çevirerek bir daha baktı. Sakalları hemen hemen üç parmak uzunluğundaydı. Kafasını kaldırıp boynundakileri de okşadı. Salim abi ise o esnada telefonu ile uğraşıyor, ekranına bakarak bir şeyler yazıyor ve gülüyordu. Göbeği, dikdörtgen gözlüğü, sakalsız suratı ve her daim tıraşlı saçlarıyla tam bir berberdi.
İzzettin Nikolayeviç on bir yıldır Salim abiye emanet ederdi kafasını. Ne zaman kafasını dinlemek istese kaçar buraya gelirdi.
-Doğru diyorsun abi. Keselim de hava alsın.
-Tamam yavrum, keselim.
Salim abi bunu derken de bakmadı İzzettin Nikolayeviç’in suratına. Elli bir yaşındaki bir Rizeliye göre teknoloji ile oldukça iç içeydi.
-Salim abi yengeyi aldatıyorsun yine sanırım.
-Aldatıyorum yavrum.
-Bu yaştan sonra biraz zor tabi.
-Zor yavrum.
Salim abi diğer berberlerden ayrılıyordu. Hangi noktada ayrılıyordu, şu noktada ayrılıyordu: Salim abi sen sormadıkça ve işi dışında bir şey olmadıkça konuşmazdı. Konuştuğu zamanlarda ise bir cümle kuruyordu. Nadiren iki. İşte bu yüzden İzzettin Nikolayeviç onu tercih ediyordu kendini bildi bileli.
Kafasında Amerikan İç Savaşı’nı tekrarlayan İzzettin Nikolayeviç kendine geldiğinde yanakları köpüğe bulanmış vaziyetteydi. Şaşkınlığını üzerinden atamadan bir jilet darbesi ile sağ tarafındaki sakalları köklerinden ayrıldı. Salim abinin elleri 17 yaşındaki bir kız çocuğunun elleri gibi narin ve titrekti.
Bir dakika otuz yedi saniye sonra İzzettin Nikolayeviç’ten geriye hiçbir şey kalmamıştı.
-Salim abi ne yaptın bana? On dört yaşıma döndüm. Liseye başladığım günü yaşıyorum. Abi ne yaptın!
İzzettin Nikolayeviç’in gözünden üç damla yaş döküldü. Dört değil. Salim abi ise elindeki telefonu tezgâhın üzerine bırakarak.
-Döndün kardeşim. Gözenekler açıldı ama.
-Abi gözeneklerini s*keyim ya. Şu hale bak.
-Bak yavrum. Neyi var?
-Yanke miyiz biz baba. Yapma Allasen. Böyle sakalsız, bıyıksız.
İzzettin kendini sonbaharda sürüsünü kaybederek göçemeyen bir kuş kadar yalnız hissediyordu. Göçemeyen birilerini dahi bulsa bu yalnızlığı geçmeyecekti. Elleriyle yanaklarını kapattı. Elindeki telefona bakan ve gülümsemesi eksilmeyen Salim abiye dikti gözlerini. Salim abi sekiz dakika sonra fark etti İzzettin Nikolayeviç’in ona baktığını.
– Yavrum gözenekler açıldı ama.
Neşet cevap vermeden cebinden bir yirmilik çıkartıp Salim abiye uzattı. Para üstü almadan ve hoşça kal demeden terk etti berberi.
Böyle bir sahneyi bir kitapta okumuştu İzzettin Nikolayeviç. Hangisi olduğunu hatırlamadı. Neyse konumuz bu değil. Sokakta yürürken fark etti ki insanların hepsi ona bakıyordu. Hayır hayır o böyle hissetmiyordu. Gerçekten de insanların hepsi ona bakıyordu.
Neye bakıyorsunuz ulan memur olsam hep böyle gezecektim, diyecek oldu. Demedi. Ayakkabılarına bakarak eve kadar hızlı adımlarla yürüdü. Dikkat çekmek istemiyordu. Eve vardığında kulaklarının arkasından ensesine ve ensesinden sırtına ve sırtından götüne kadar terlemişti. Duvardaki boy aynasının karşısına geçerek:
-Gözenekler açılacakmış. Böyle bir şey olabilir mi? Bırak kapalı kalsın. Zararın ne olacak? Ben tam bir aptalım.
-Mızmızlanmayı kes, kendin istedin bunu. Adam sana bir şey dayatmadı.
-Sen kimsin?
– İzzettin Nikolayeviç
-Senin de *mına koyayım. Sen de adam değilsin.
-Sen aşağılık bir adamsın. Hatalarını hep başkalarının üzerine atarak kurtulmaya çalışıyorsun.
Seyyan Hanım’ın Çalıkuşu’nu söylemeye başlaması ile İzzettin Nikolayeviç’in kafasındaki ses gitmişti. Nereye gitmişti? Nasıl gelmişti? Nereden gelmişti? Neden şimdi gelmişti?
Usulca yatağına girdi. Kimsesiz bir evde, onu hiç kimsenin görmemesi için yorganı üzerine kapatarak uyuyakaldı.