Deneme

Sıradan Bir Adamın Güncesi

Takvimler kocaman olduğum zamanları göstermeye başladığında sıradan insanlar gibi hayat telaşesinin içinde oradan oraya savrulmayacağıma inanıyordum. İçimde barındırdığım süper hiper yeteneğin –artık o her neyse– çok değil tez vakitte usta bir göz tarafından fark edilmesini ve ‘‘Hey sen neden bana katılmıyorsun ?’’ sorusunu duymayı epey bi bekledim. Epey.

Yine kuşların kavgalarıyla uyutmadığı bir sabah, yüreğimi bir miktar sızlatan sıradan olduğum gerçeğiyle yüz yüze kalıverdim. Zaman geçiyordu ve ben kalkınma planımın hayli gerisindeydim. Ne yapmalıyım diye çok da düşünmedim açıkçası. Bütün filmlerden öğrendiğim kadarıyla bu gibi durumlarda gerekli heyecanı kaybetmemek adına alelacele toparlanıp soluğu fırsatlar diyarı olarak adlandırılan herhangi bir şehirde almak gerekliydi. Öyle yaptım ben de. Hem mahalledeki kavgacı kuşlar da çok olmuştu zaten.

Şehre geliş hikayemin geniş özetini ve allanmış pullanmış halini gelecekte yazacağım otobiyografime, anektodlarımı televizyonlarda vereceğim röportajlara, esprilerimi ise dergi içeriklerinde parantez içi gülüşmeler kısmına sakladığım için gelişme kısmında ketumum biraz.

Tabi bir evi hayallerle doldurmak eşyalarla döşemeye kıyasla daha kolay ben de zor yolların insanı değilim zaten. Buraya gelişimin ve ‘‘hayallerimin’’ işini arayışımın beşinci ay dönümünde yazdığım küçük hikayeler ve denemelerle çorbamı kaynatmaya çalışıyorum. Kendimi her ne kadar zamanları geldiğinde altın vuruşlarını yapmış, bir takım ortak paydalarda buluştuğum kimi Rus yazarlarına benzettiğim için bi miktar keyifli hissetsem de güneylere inme hayallerini süsleyen ve beni muhtemel bir palto için üzmeyecek iklime de şükretmiyor değilim.

Bir de Aysel teyze var tabi. Alt kat komşum, çocuğu yok penceresinin önü çiçek dolu. ‘‘Yalnız başına ne yiyip ne içiyorsun evladım?’’ diyerek birkaç kez yemeğe çağırmış saatlerimi tutturamayınca da yaptığı yemekleri tabak tabak bana göndermeye başlamıştı. Lakin kendisinin mükemmel kişiliğinin yanında yemeklerinde nedense bi olmamışlık, bi şeyi eksikçilik vardı. Buzdolabında dahi bozulmaya başladıktan sonra gelen ikramları apartmanın arka bahçesindeki kedilere götürmeye başladım. Aysel teyzenin al yavrum sana getirdim demesinin üzerinden bir iki saat geçmiyor aynı şekilde kedilerin yanına koşuveriyordum ben de. Tabağın boş geri dönüşü –gözlerindeki ışıktan anladığım kadarıyla– onu hayli mutlu ediyor ertesi akşama pişireceği yemek hususunda şevke getiriyordu .Ta ki bir gün balkondan aşağıya düşen çamaşırlarından birini almaya gelen Aysel teyze, tabağın içine yumulmuş kedilerle ve yanı başlarında onları izleyen benle karşılaşana kadar. Ortamın nasıl buz kestiğini, üçkağıdımın ortaya çıkışıyla nasıl kızardığımı, Aysel teyzenin gözlerinde beliren bunu bana nasıl yaparsın ifadesini anlatmama gerek yok sanırım. Çünkü o da yemeklerini çok sevdiğimi düşünerek gün başına düşen tabak sayısında artışa gitmiş ama aynı zamanda sayıca fazlalaşan konuklarımızla aradaki bağlantıyı kuramamıştı. Düşünüyorum da umarım aldatılma hissini ilk kez ben yaşatmamışımdır. Ama dünya bu türlüsü için de yeterince iyi değil zaten demi Aysel teyze?

Akşama eve dönerken ‘‘abi al şu güzel kıza bi çiçek’’ çiçekçisinden zorla aldığım gülü hediye edeceğim ki aramızda var olan bu tatsız durum sona ersin artık. Kedi dostlarım da hoşnut değil hem. Niye mi zorla aldım? Yanımda kız arkadaşım yok diye çiçek satamazmış da prensip meselesiymiş. Çiçekçinin de böylesi… Neyse yazarım ben bunu hikayeme.


 

Previous ArticleNext Article
%d blogcu bunu beğendi: