Büyüdüğüm şehirdeyim. Her sokağını gezmeye adımlarım yetmez sanırdım. Kocamandı seneler evvel. İstanbul başka ülkeydi, Amerika başka gezegen. Yüzüme soğuğu yiye yiye dolaşıyorum bitmeyeceğini sandığım sokaklarını, ellerim ceplerimde, yanımda büyüğüm olmadan.
Kulağımdaki şarkının matematiksel ritmine kaptırıyorum kendimi. Derler ki Bach neşe verir insana, gülümsüyorum. Kimseyi takip etmemek istercesine yeni yollar açıyorum kendime tertemiz karlarda, bu benim yolum deme cüretkarlığını gösterebilmek için. Ceplerimden çıkarıp hatalarımı savuruyorum bembeyaz karlara. Kusura bakmasınlar üstlerine basa basa açıyorum yeni yolumu. Ceplerimi boşalttıkça hafifliyorum.
Yürürken eski ‘ben’lere rastlıyorum. Sınavdan çıkmışım annem kardeşimle gelmiş karşılamaya, beraber evin yolunu tutuyoruz. Şöyle uzaktan bakıyorum da omuzlarımda hafiften yorgunluk emareleri… Bağırsam mı ”Bilmeni isterim ki hayallerine ulaşıyorsun ama yavaş kalıyorsun zamana göre” diye? Neyse zamanla öğrenecek nasılsa. Caddeden sokağa sapıyorum. Bir başka ben daha ama bu sefer üzgünüm biraz. Hafifçe omzuna dokunup bütün bunların birkaç seneye anlamı kalmayacak diyorum, benden kıymetli değil boşver. Duymuyor ama hissediyor olmalı ki teselli dokunuşumu, sağ omzunun üstünden bakıyor boş gözlerle.
Tebessümle ilerliyorum soğuğun getirdiği dinçliğe teşekkür ederek. Koşmak istiyorum ama okul da bitmeden çekiniyorum riske girmeye, kesin düşer bi tarafımı kırarım çünkü. Erteliyorum.
Beş adımda bitiyor sanki yollar eve geliyorum. Kapı önünde paçama bulaşanları silkeliyorum bi güzel. Tekrar aynı yanlışlara bulaşmak istemezcesine üstlerine kapatıyorum kapıyı.
Anne çayı demlemiş miydin? Tatlılar geldi.