Günlerden bir gün yine, şehrin en işlek caddelerinden birinde yürüyorum. Bu şehirde “işlek” dedikleri bütün caddelerde ironik bir şekilde hem yaya trafiği hem de araç trafiği işlemez. Aslında güzellikleri bile “dehşet” kelimesiyle tarif etmelerinden anlayabiliyoruz sanırım bir şeylerin ters gittiğini. Tam da bu anda insanların ters gittiği bir kaldırımda tek doğru yürüyeni kendim olarak buluyorum ve bu bile sıra dışı olduğumu, onlardan biri olmadığımı anlamama yetiyor. Burada herkes beni bilir, bakışlarından da bunu anlayabiliyorum zaten. Onlar için ulaşılması güç ve empati kurulması zor biriyim.
Yolumun üzerindeki kaliteli restoranlardan birinin önünden geçerken, müşterilerini çekmek için caddeye azat ettikleri rayihalar işe yarıyor, acıktığımı aklıma getiriyor ve mekanın girişindeki klimanın üzerime üflediği sıcak havayı iliklerimde hissederek içeri giriyorum. İçeri adımımı atar atmaz herkesin gözü bana, benim gözlerimse kokunun geldiği noktaya yöneliyor. O an mekanda küçük bir panik yaşanıyor ve hemen benimle ilgileniyor bir beyefendi. Beni burada beklemiyorlardı tabii, haliyle şaşkınlar, ne yapacaklarını bilemiyorlar ve küçük bir kargaşadan sonra beni mekanın açık alanındaki, sıradan müşterilerin oturamadığı özel bölümde misafir ediyorlar. Spesiyal ikramlarından diğer müşteriler görmesin diye benim için özel bir serviste getiriyorlar. İkramlarından ilk ısırığımı aldığımda vücudumun karıncalanması bir yana, lokmam gırtlağımdan inip midemde yer bulana dek temas ettiği her hücremi tek tek hissediyorum resmen. Uzun zamandır böyle bir tat almamıştı bedenim, insanların burayı neden tercih ettiğini o an daha iyi anlıyorum.
Yemeğimi yedikten sonra kalkmış ve kasaya yönelmiştim ki değil hesap ödetmek, kasaya bile yaklaştırmadılar beni. Kendilerine bu lezzet için teşekkür bile edemeden çıktım gidiyordum ki mekanın şef garsonu arkamdan yetişti ve bir dahaki gelişimde ana girişteki kapı haricindeki kapıyı kullanabileceğimi söylediler; özel misafirler sıradan müşterilerle aynı muameleyi görmezler, bunu unutmayın.
Herkesle aynı kapıyı kullanmak, herkes gibi olmak bana yakışmazdı zaten. Sonuçta bunların hepsini kendi ellerimle hak ettim ben, kimsenin zerre desteği olmadan. Her gece gökyüzünü izleyerek uyuduğum odamda da hep bunu düşünürüm; “Ben kadere değil çabaya inanırım.” sizlerin de hep tekrar ettiği gibi.
Beni aslında hepiniz biliyorsunuz, her gün görüyorsunuz ama tanımıyorsunuz, zaten kim olduğumu, hikayemi merak da etmiyorsunuz.
Hayır, tabii ki sosyal medyadan tanımıyorsunuz, çünkü orada yalnızca sizi mutlu eden şeyler görebilirsiniz.
Hayır, ben sizlere ilham olan bir rol-model de değilim. Çünkü hiçbir zaman benimle empati yapamazsınız, yukarıda da demiştim ya.
Ben her gün okula, işe giderken gördüğünüz, sokaklarda karton kutular üstünde gökyüzünü izleyerek uyumaya çalışan, açlığını lokantalarınızdan saldığınız kokularla bir ızdırap gibi anımsayan çünkü hissetmeyen ve bir lokantaya girdiğimde iğrenç gözlerle baktığınız, müşterilerinize verseniz küfredeceği şeyleri bana ikram diye sunduğunuz, üstüne bir de azarladığınız herhangi bir evsizim.
Yaşım önemli değil, cinsiyetim, milliyetim, ten rengim… Siz busunuz.
Bu yazıya başladığınızda belki godaman biri olduğumu düşündünüz; çünkü zihinlerinizde bu hayat var. Bundan başka bir şey arzulamıyor, bundan başka bir şey için mücadele etmiyorsunuz. Sizden kötü durumdaki hiçbir kimseyle empati kurmuyorsunuz. İnanmıyorsanız yazıyı tekrar okuyun, bu kez bir evsiz olduğumu bilerek.
İnsanoğlu böyledir; hep acıkır da aç kalacağı bir kere bile aklına gelmez.