İstanbul’a adımınızı attığınız an, insanının yüzündeki büyük işler başarmış kibri sizin yüreğinizi öyle ezer ki sormayın gitsin. Metroda yanınızda duran plaza adamı sanki Arşimet, otobüse binerken önünüze kaynayan, boynundaki bin liralık kulaklıkla müzik dinleyen çocuk Ameriko Vespuçi’dir sanki. Yürümeyi öğrenen herkes attığı her adımda evreka diye bağırmaktan, adımını attığı her noktayı dünyanın merkezi ilan etmekten geri durmaz burada. Onlar için İstanbul “creativity”, Anadolu çomarlık, çakmalık demektir. Söylemlerinin aksine İstanbul’da gördüğünüz ne varsa Anadolu’da aslını bulur, yaşar ve hissedersiniz. Her şeyin sahtesinin, çakmasının bulunduğu yerdir İstanbul; meyve-sebzenin de, insanın da, aşkın da, hasretin de. Mesafeleri bile sahtedir İstanbul’un, onbeş dakikalık mesafeyi iki saatte gidemezsiniz. Türkiye’nin çin pazarıdır, bir milyoncusudur İstanbul.
Bırakın da geceleri yıldızları sayarak, aynı odada birbirlerine kendi uydurdukları efsaneleri masalları anlatıp aynı odada kıç başa yatarak uyuyan, uçurtmalarını poşetlerden, oyuncaklarını değneklerden yapan çocuklar anlatsın size “creativity” nedir.
Deniz havası hiç de güzel gelmez mesela Anadolu’da her sabah bir bahçede uyanan insanlar için. Vapurda balkonda gitse bile o soğuk etkilemez zaten Ankara’nın kuru ayazını yiyeni, Erzurum’un sarkıtlarından kaçarak yürüyeni ve gördüğü hiçbir çarpıcı sahne Konya bozkırı kadar hatırlatmaz zihninde fakirliği.
Hayvanseverliği pazardan alınan boyalı civcivleri kutuda beslemek, kapının önüne sokak köpekleri için bir tas su koymak diye anlayan kafaları kümesten yumurta toplayarak, kuzuları koynuna basa basa severek büyüyen, yaralı güvercinin kanadını elleriyle saran bir çocuğun anlamasını beklemeyin. Balkonuna bir kuş yumurta bıraktı diye haftalarca o balkonu kullanmayan bir vicdanı da İstanbul’da bulmak çok zor, gerçi buralarda balkon bulmak da zor. Bilirsiniz İstanbul’un dikitleri, Erzurum’un sarkıtlarını döver.
Peki sokaklarda doya doya bisiklet sürmemiş bir çocuk Galata Kulesi’ne çıkınca hangi özgürlüğü düşleyebilir ki TRT Çocuk’ta izlediği Hezarfen çizgi filmleriyle. Doğduğundan beri fanusta büyüyen, bir kere bile düşüp dizini kanatmayan çocuğa hangi cesareti tarif ediyorsunuz. Her şeyi eğitimle veremezsiniz, daha bugün okudum bir yerde: “Anlam keşifle bulunur, eğitimle değil.” Mahallenin delisine bile saygı göstermeyi bilen çocuklar için değildir kişisel gelişim seminerleri. Onlar akvaryum balıkları gibi, hastalıklı bir topluma gözlerini açan metropol çocukları içindir.
Anadolu topraklarında filizlenmiş fidanlar için İstanbul gibi tümörler olsa olsa botanik bahçesidir.