Bu an böylece, yüzüm saçlarına gömülü bir halde, sonsuza kadar sürmeli. Odadaki her şey, dışarıdaki her şey donmalı. Bizden başka herkes, uzun ve zamansız bir kış uykusuna dalmalı.
Pencereden girip perdeyi hafifçe kaldıran, sonra yanımızdan akıp bizi serinleten esinti kalmalı. Kokunu taşıyan hava kalmalı. Aldığımız nefes kalmalı. Dışarıdaki hava durmalı. Güneş sadece penceremizden girip seni aydınlatacak kadar ışık yollamalı. Vücudumun senin görmediğin tarafı kararmalı, tenimin sana dokunmayan kısmı hissizleşmeli, kulağım senden gelmeyen sesleri duymayı bırakmalı, gözlerim senden yansımayan renkleri unutmalı.
Senin olmadığın anıları unutayım. Yüz kişinin ismini sileyim, senin ismini yüz ayrı şekilde yazayım. Her şeyi senden duyayım. Herkese seni anlatayım. Tüm soruları sana sorayım. Sadece sana cevap vereyim. Sadece sana acıkayım. Sana hiç doymayayım. Tüm rüyalarımda seni göreyim, uyandığımda kendimi senin yanında bulayım. Gerçekliğin zincirlerini çözeyim, rüya rengi saçlarına sarılayım. Tüm maddenin senin saçlarının farklı şekildeki dalgalanmalarından ortaya çıktığına, rüzgarın saçlarını dalgalandırdığına değil de saçlarının rüzgarı yarattığına dair ipe sapa gelmez inançlara kapılayım.
Evet evet, işte oluyor. Kokunu içime her çekişimde bir nesnenin adı siliniyor, senin adın konuyor. Artık her sokak seninle yürüdüğümüz sokak, her ev seninle oturduğumuz ev oluyor. Tüm şehir baştan tasarlanıyor, ölçülüyor, hesaplanıyor, inşa ediliyor. Büyük küçük herkesi bir yenilenme coşkusu sarıyor. Taş ustaları her köşeye senin farklı boyut ve tarzlarda suretlerini işliyorlar. Ben de sen uyurken ya da başka tarafa bakarken gizlice hesap yapıyorum: hangi evlerin yıkılacağına, hangi evden sökülen taşların yeniden kullanılacağına, nerede eski taşların kullanılıp neresi için yeni taşlar kesileceğine, yıkılan evlerden ve yeni taş ocaklarından çıkıveren endişelerin nasıl bertaraf edileceğine karar vermeye çalışıyorum. Ama ne yalan söyleyeyim, iyice sarhoş olduğum için hesaplar karışıyor ve en sonunda karar yetkisini yıkıntıların arasında oynayan çocuklara bırakıyorum. Şehrin kaderini taş ustalarının çekiç tıkırtılarına ve oyunbaz çocukların çokbilmiş iradesine, endişeleri de rüzgarın hep şehrin dışına doğru estiği bir tepenin üstüne bırakıp sana geri dönüyorum.
Sonra beni uyandırıyorsun rüyamdan. “İstediğin hayali kurabilirsin, ama beni taştan heykellere sığdıramazsın.”
Gerçek hayalden daha güzeldir.