Harici

Sürükleniş

Soğuk bir sonbahar akşamıydı yapraklar hışırtılarıyla gecenin soğuğa gömülmüş sessizliğini bozuyorlardı. Ay utangaç bir küçük kız gibi kısık gözleri arasından geceyi izliyordu. Sokak lambaları titrek ışıklarla çok uzaktan gelen ayak seslerine eşlik ediyorlardı.

İnsanoğlunun büyük çoğunluğuna göre soğuk bir sonbahar gecesinden ibaret olan bu gece karanlıkta gizli bir adam için farklı anlamlar ifade ediyordu. Adam karanlık bir odanın ortasında küçük bir mum ışığına bakakalmış ve zamanın gelmesini bekliyordu. Ansızın kapısının çaldığını fark etti, zaman henüz gelmemişti ve tahminlerinin ötesinde aceleciydi zihninde yankılanan zilin sesi. Odanın içinde adımlamaya başladı aklından geçen binlerce kelimenin arasından cımbızla çekip aldı kendi cümlesini. Kapıya doğru yönelirken usulca fısıldadı “karanlığı bozan bu ellerin amacı nedir”, kapıdan sadece fısıltılar geliyordu elini uzattı kapıyı açık buldu. Gürültülerin arasında kaybolmuştu. Gözlerini ilk kez açmış bir bebek kadar huzurlu bir gecenin başlangıcıydı bu onun için. Ellerini hissetmiyordu göz bebekleri kainatın en şaşkın haliyle büyümüşlerdi. Rüya değildi zamanı gelmişti göz kapaklarına inen bu perde gerçekti. Merdivenleri hızla adımlayan gölgeler geceye karıştı. Sokak lambaları korkudan titriyordu ay ışığını kesmiş gece zifiri karanlığa boğulmuştu.

Şüphesiz İstanbul ertesi güne bütün hararetiyle başlamıştı. Gürültülerin arasında kaybolmuş kalabalıklar bilinçsiz bir yarışın ortasında akreple yelkovan arasına sıkışmışlardı. Bu kalabalıkları alaycı bir gülümseme ile izleyen bir kadın silüetine uyanmıştı. Dün gece beynine çöken ayışığında şaşkınlığa dönen karanlık gözlerindeydi hala. Anımsayamadığı her dakikanın yorgunluğu kıyıya sertçe çarpan dalgalar gibi aşındırıyordu zihnini. Gözlerini açmak istemez halde zihnini yokluyordu avuçlarında biriktirdiği kokuyu içine çekerek. Yepyeni bir güne İstanbul’un yepyeni bir dünyasında uyanmış idi. Bacaklarında toplanan acıyı hissederek doğruldu umursamaz ve soğukkanlı bir tavırla gülümsedi uzaklara doğru. Olağan bir tavırla pencereyi açtı ve gökyüzünü yudumlarcasına derin bir nefesin ardından silüetine bakakaldığı kadına doğru adımladı.

Kalabalıklar bir bütün halinde ilerliyordu. Çok uzaklarda düştüğü bu toprakların bir parçası olmadığını bundan daha net hissettiği bir zaman olmamıştı daha önce. Tanıdık bir yüz aradı akan insan seli arasında. Ama yalnızdı ve insan en çok kalabalıkların arasında yalnız kalmaya mahkumdu. Evinden uzak olmak demek kendinden uzak olmak demek değildi yada en azından o an için olmamalıydı. Aklının perdelerini çekti sevgisine ortak istemiyordu. Peki ne amaçla getirilmişti buraya? Yaşamaktan öte kutsallar yaratanların kalabalığı kadar ürkütücü ne olabilirdi?
Henüz onlardan bir parça olmamışken ve henüz soru sorabilecek kadar cesurken kaçabilirdi buralardan. Ama evden bir kez çıkmış olmak ne geri dönebilmek ne de evden vazgeçebilmekti.
Alacakaranlığa hapsolmak gibi arada kalmaktı. Gurbet insanlık tarihinin ilk belirsiz hasretiydi.
Göz kapaklarına inen ağırlığı hissettiğinde ertesi güne ait bir kalabalığın nefesleriyle titredi. Kaçışı yoktu onlardan bir parça olmak üzereydi ama en azından farkında bir parça olarak onları değiştirme ümidiyle teslim oldu. Umut insanın en yakın gurbeti oldu o günden beri.


 

Previous ArticleNext Article
%d blogcu bunu beğendi: