İnceleme

Yaşar Kemal’i Büyüten Efsaneler

Güzel ne güzel olmuşsun,
Görülmeyi görülmeyi
Siyah zülfün halkalanmış
Örülmeyi örülmeyi
Benim yârim bana küsmüş
Gayrı sözü benden kesmiş
Zülüflerin göze dökmüş
Sevilmeyi sevilmeyi 

Bu sözleri ilk kez Kuan‘dan daha sonra Fikret Kızılok‘tan dinlemiştim. Kelimelerin duruluğuna rağmen taşıdıkları anlam yoğunluğu beni çok etkilemişti. Bu güzel sözlerin ardındaki kalemi araştırmaya başladığımda karşıma Karacaoğlan çıkmıştı. Daha sonra aynı hadiseyi Gurbette Ömrüm Geçecek, Bir Ayrılık Bir Yoksulluk Bir Ölüm, Gamlanma Gönül gibi parçaları dinlediğimde de yaşayınca bir an evvel Karacaoğlan’ın izini sürmem gerektiğine karar verdim. Onunla ilgili kitapları araştırdım ve en güzel seçimin Yaşar Kemal’in Üç Anadolu Efsanesi adlı kitabı olduğuna kanaat getirip siparişimi verdim. Kitabı elime aldıktan sonra birkaç gün boyunca elimden düşürmeden okudum ve bittiğinde yüzümde tatmin olmaktan gelen bir tebessüm, damağımda tadına doyulmamış bir lezzet vardı.

Yaşar Kemal, edebiyat dünyasına şiirle hatta ilkokulda Âşık Mecit ile sazlı sözlü atışmalarıyla adım atar. Annesi, biricik oğlunun Âşık olup yollara düşeceğinden, elinde sazıyla diyar diyar gezeceğinden ve onun bir kuş gibi avcundan kaçıp gitmesinden korktuğu için hep engellemeye çalışır. Yaşar Kemal, sazına düşman kesilen annesini yine sazıyla ikna eder.

17-18 yaşlarında Çukurova’dan, Toroslardan derlediği ağıtlarla ilk kitabı olan Ağıtlar‘ı çıkarır. Bu topraklara olan sevdası bu çalışmayla dinmez aksine daha da gürler, çağıldar. Üç Anadolu Efsanesi de bu toprakların hamuruyla mayalanmış en güzel eserlerinden biridir.

Köroğlan, Karacaoğlan ve Alageyik efsanelerini bir masal gibi merakla, soluksuzca; bir ağıt gibi gözü yaşlı okuyorsunuz. Efsane oluşuyla gerçeküstülüğe meyletse de hayatın tam kalbinden gelen kahramanlar bunlar. Satırlar arasında gezinirken kâh ayağınıza deve dikeni batıyor, kâh tırmandığınız yamaçların keskin köşeleri elinizi kesiyor ama dağ kekiğinin, yavşanın kokusu burnunuzdan gitmiyor.

Yaşar Kemal için Çukurova’nın her bir karışını avucunun içi gibi bilir; dağlarında, ovalarında gezen her böceği, yetişen her bitkiyi, uçan her kuşu tanır denir. Bunun bir mübalağa olmadığını her sayfa yeniden idrak ediyorsunuz. Karacaoğlan’ın derleme bir şiir kitabını alıp okumaktansa bu büyük halk ozanının başından neler geçmiş, hangi sözler hangi olaylar üzerine dilinden dökülüp sazının tınısıyla dağlamış yürekleri, bunu anlıyorsunuz.

Hayatı boyunca zalimin ve zulmün karşısında olan Yaşar Kemal’in bu refleksini kitabındaki kahramanların başından geçen olayları anlatırken kullandığı dilde de görüyorsunuz. Belki de hamuru böylesi kahramanlarla yoğrulduğu için karakteri böyle şekillendi, kim bilir.

Anadolu’daki köylerde duvarların soğuğunu kırmak ve içerideki ısıyı korumak için duvar halıları kullanılır. Bazı köylerde bunu hâlâ görmek mümkün. Bu halıların pek çoğu geyik figürleriyle bezelidir. Ayrıca Ceylan, Karaca, Ahu, Ceren isimleri de azımsanmayacak kadar yaygındır. Alageyik destanını okurken insanımızın bu hayvanlarla olan ilişkisini görüyor ve artık neden bu kadar geyik göremediğimizin de ipuçlarını alıyoruz.

Sarıcalı köyünden Halil dağlarda geyik avlamaya tutkun bir delikanlıdır. Sözlüsü Zeynep’i kaybetmek pahasına bu tutkusunu kolay kolay yenemez. Halil’in ailesi ile Gökdere köyünden Karaca Ali’nin ailesi ile arasında yıllardır süregelen bir husumet vardır. İki köyün sınırındaki otlaklar sebebiyle Sarıca Köyü ile Gökdereliler arasındaki tansiyon yıllardır hiç dinmez. Karaca Ali’nin de Zeynep’e aşık olmasıyla beraber tansiyon daha da yükselir ve işler karışmaya başlar. Karaca Ali, Zeynep’in Halil ile sözlü olduğunu öğrenir ama Zeynep’in peşini bırakmaz. Bir gün Sarıcalı köyü halkının başını öne eğecek bir hadise gerçekleşir. Bu hadiseden sonra ise köyü ayağa kaldırmak Sultan Ana’ya kalır. Sultan Ana karakteriyle Yaşar Kemal bizlere Anadolu kadınının gerçek örneklerinden birini sunar.

Köroğlu efsanesinde ise atların Türklerin hayatındaki anlamını ve değerini görüyor ve bu uğurda nelerden vazgeçilebileceğini, uğruna ne savaşlar verilebileceğini okuyoruz. Seyis Koca Yusuf, Bolu Beyi’nin tavlasındaki bütün atlardan sorumludur. Beyi için de en güzel atları seçer, yetiştirirmiş. Bolu Beyi ve atlarının itibarı dört bir yana yayılmış. Osmanlı beyliği, Bolu Beyi’ne sürekli sorun çıkarmaktadır ve bir gün kendisine at göndermesini ister. Seyis Koca Yusuf, Beyini mahcup etmemek için en beğendiği atları seçer. Bolu Beyi seçilen atların çelimsizliğini görünce sinirlenir ve Seyis Koca Yusuf’un gözlerine mil çeker. Büyük bir haksızlığa uğrayan Koca Yusuf sazıyla, sözüyle Bolu Beyi’ne savaş ilan eder.

Al yanağım kızıl kana bulandı
Akan kandan coşkun sular bulandı
Düşman ne söyledi Beyim inandı
Ararım bunları bir gün olur ki
Ararım Beyleri bir gün olur ki

Bu savaşta Koca Yusuf’un eli, kolu, ayağı ise biricik oğlu Ruşen Ali olur. Bu hayattaki bütün varlığı olan sazını ve Kırat’ı oğluna verir, birlikte dağa çıkarlar. Körünoğlu Ruşen Ali, Bolu Beyi’ne savaş açar ama bir derdi daha vardır. Ruşen Ali, Bolu Beyi’nin kızkardeşi Nigar’a aşıktır. Bolu Beyi ise kız kardeşini Osmanlı vezirinin oğluna vermek ister. Buradan sonra adalet ve aşkı uğruna mücadele eden Köroğlu’nun efsaneleşmesini okuyoruz.

Ben Yusuf Bey idim kendi başıma
Düşürdüm koç yiğidi peşime
Ruşen Alim çıkar dağlar başına
Ararım sizleri bir gün olur ki
Sorarım bunları bir gün olur ki

Her türlü zulmün karşısında dimdik durmayı; gücünü, yiğitliğini adalet uğruna kullanmayı ve yeri geldiğinde de aşk uğruna fedakârlık etmeyi bize öğretiyor bu üç halk öyküsü.

Âşıklarla, türkülerle bezeli bu kitaba vedayı da yine Karacaoğlan ile yapalım.

Yürü bre yalan dünya
Sana konan göçer bir gün
İnsan bir ekin misali
Seni eken biçer bir gün


 

Previous ArticleNext Article

Bir yanıt yazın