Sene 1926.
“Tek Yol Alafranga!” düsturuyla batılılaşma hareketini mahmuzlayan Cumhuriyet, konservatuvar öğrencilerine Türk müziği öğrenimini kaldırıyor. Tabii ki bu hamle bir kültür devrimi için yetmiyor ve “Zurnanın en çatlağından darbukanın en patlağına kadar” diye tanımlanan, fazla Alaturka bulunan Türk müziğinin radyolarda çalınması da 1934 yılında yasaklanıyor.
Hâl böyle olunca halk kendisini tanıdık hissettiği Arap, özellikle de Mısır müziklerini dinlerken buluyor. Müzikleriyle de kalmayıp büyük bir Arap-Mısır film furyası başlıyor memlekette. Devlet baba hemen konuya el atıyor: 1938’de Arapça müzik, 1948’de Mısır filmlerinin ithalatı yasaklanıyor. Zehir bir kere damara zerk olmuş, deli gönül uslanır mı! Sinemada Arap filmlerinin uyarlamaları, musikide de Arap müziği üzerine Türkçe söz yazma çılgınlığı yıllarca devam ediyor.
1950’lerde yürütülen kötü politikalar sebebiyle köyden kente göç ve gecekondulaşma başlıyor. Anadolu’nun dört bir yanından gelen genç yaşlı pek çok insan, kendisini taşı toprağı altın İstanbul’da bir eğreti otu, bir şark çıbanı olarak görüyor. İçlerinden birisi vasıfsız da olsa bir iş kolunun başını tutuyor, sonra da hemşerilerini yanına alıyor ve lobicilikler başlıyor. Hemşeri derneklerinin patlama yapması da benzer dönemlerde, aidiyet duygusunun yoksunluğundan kaynaklanıyor.
Hem barınak, hem iş bulamayan; kendilerini koca şehirde sığıntı hisseden bu insanlara 1968’de Orhan Gencebay çıkıp Bir Teselli Veriyor ve Türk arabesk müziği doğuyor. Arabesk müziğin radyolarda, ekranlarda yer bulması çok zaman alıyor fakat pahalı plakların yerini ucuz kasetler aldığı için halk arasında hızlıca yayılıp Baba mertebesine yerleşiyor Gencebay. Peşi sıra da Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses, İbrahim Tatlıses piyasaya çıkıyor, ortalık babadan geçilmiyor.
Bunlara paralel olarak lobileşen hemşerilerin de içinden babalar çıkıyor. Kimisi inşaat, kimisi ulaşım, kimisi nakliye piyasasında vasıfsız tekelleşmeye gidiyor. Müzikteki babalar işinin hakkını veriyor ama bu inşaatçı, nakliyeci lobicilerin baba sıfatını alması piyasanın anasını -öhöm- “ağlatmalarından” mütevellit…
Gel zaman git zaman bu ağalar ve vizyonsuzlukları git gide büyüyor, 2000’lere hükmediyor. Alafranga müziğe alışamayan bu millete alafranga mimari satıyorlar. Fransızlardan habersiz ortaya çıkardıkları Fransız balkon furyası Anadolu’yu kasıp kavuruyor. Birkaç nesil evvel yayla yayla, oba oba gezen yörükleri; avlulu müstakil evde büyüyen kasabalıları balkonsuz (Fransız balkonlu) evlere hapsediyorlar.
Ve nihayet 2020’lere geliyoruz. Önce pandemi geliyor, eve hapsoluyoruz. Tam kafayı tekrar dışarı çıkardık derken ekonomik iflas, tekrar eve dönüyoruz. Boşverin dışarı çıkmayalım, bana gelin balkonda otururuz çok güzel bir öneri, bir teselli oluyor artık.
Ee bunu bilen şark kurnazı ev sahibi ne diyor: Bu ev balkonlu, kirası bin lira daha fazla yiğenim!