Daha fenası olamaz diye düşünüyordu. Bütün kötü sonlar hususi onun için yazılmış sadece yazılmakla da kalmamış, hepsi aynı anda oynanmış ve perde kapanmış gibiydi. Gözyaşlarına hakim olmaktan nihayet vazgeçmiş, sessiz ve aceleci düşüşlerini izliyordu.
***
Kulağında kulaklıklarıyla hızlı adım ilerlerken göz ucuna ilişen banka oturmaya karar verdi. Kafasını telefonundan pek de kaldıramadığından olsa gerek yanı başında oturan adamı yeni fark edebiliyordu. Hay aksiydi! Oturduğu bankı paylaşmayı hiç sevmezdi. Yine de hemen kalkıp gitsem ayıp olur düşüncesinden ötürü oturmaya devam etti. Memnuniyetsiz bir halde, kafasını gayri ihtiyari adamdan yana çevirince ağlamaklı halini gördü.
***
Toparlanmaya çalıştığı esnada yanına birisinin oturduğunu fark etti. Yargılanma endişesi olmadan bu yabancıyla ruhunu ezen yükleri paylaşmayı ve nihayetinde bir nebze olsun hafiflemeyi umuyordu ummaktan da öte delicesine istiyordu. Kabul eder miydi acaba bir de onunkileri yüklenmeyi ? Sormadan bilemezdi.
***
İşe yaramazlığını en çok hissettiren bu gibi anlardan nefret ediyordu. Kendisinin bile inanmadığı genel geçer, kof teselli cümleleriyle moral aşılamaya çalışmanın gereksiz olduğuna inanmış bir halde biraz da başka hayatlara müdahil olmaktan pek hoşlanmadığından bir iki kelam etmekten özellikle kaçındı, kayıtsız kalmış gibi görünmeyi tercih etti. İsterse anlatır düşüncesiyle üzerindeki sorumluluğun bir kısmını, adama habersizce yüklemekten de gocunmadı.
***
Cevabını merak ettiği sorunun yanıtını alabilmek için lafa girmeye niyetlendiğinde tek başına olduğunu fark etti ve kadının gidişini seyretmekle yetindi. Mühim değildi. Yeni bir kurban için oturduğum yerde beklemem gerekiyor sadece diye düşünerek muzır bir ifadeyle biraz da çaresizliğine güldü. Nasıl birden bu kadar tek kalmayı başarabildiğine dair yersiz şaşkınlıkla, sayıları hayli çok olan düşüncelere daldı. Derken omzuna birisinin dokunduğunu hissetti.
***
Yakınlardaki bir büfeden aldığı su şişesini adama uzatıyordu. Davranışların, sözlerden daha kayda değer olduğunu benimsemiş bir öğretinin sonucunda kendince bulduğu gülünç bir yöntemdi bu. Karşısındaki için bir şey yapmış olmanın avuntusu, onu ağır gelmesi muhtemel yüklerin altında ezilmekten kurtaran kaçış kapısıydı.
***
Minnetle başını eğdi. En azından rahatsız etmemişim diyerek gösterdiği gereksiz bir naiflik örneğiydi onunki. Yine de merak edilmeyişinin ardındaki -hiçbir zaman da öğrenemeyeceği- hakiki sebebi bilmeden, kırılan cesaretinin ardında sessizliğini çocukça sürdürmeye devam etmeyi tercih etmişti.
Suskunluk içinde, bize göre kısa ama bir yabancıyla aynı sessizliği paylaşmanın verdiği tuhaf rahatsızlık hissi yüzünden onlara göre hayli uzun gelen bir süre daha oturmaya devam ettiler. Nihayet her ikisi de birbirlerinin varlıklarını garipsedikleri, bir diğerine ulaşamadıklarını anladıkları ve bunun yarattığı tedirginlikle huzursuz oldukları anda-tesadüf ki aynı andı- yerlerinden kalktılar. Sanıyorum ki, insan hayatına dokunmaktan bu kadar uzak oluşlarının mahcubiyetiyle, kadın adama göre nispeten daha hızlı, nihayetindeyse her ikisi de hayat telaşelerine göre şekillenen adımlarla, zıt yönlere doğru yürüdüler.