Geldi.
Gördü.
Gözler gördü; engin maviliğinde gökyüzünün, uçsuz bucaksız yeşilinde dalların.
Dipsiz koyuluklarında derinlerin, kuytuların.
Göz göze geldi onlarla. Kimisiyle kırk yılın hatırına, kimisiyle yanlış zamanların
mağduriyetiyle. Kimisiyle ise, o çıkacakmış gibi atan kalbi duyulur diye korkarak,
heyecan içinde.
Gözleri, başka gözler aradı hep. Kendisiydi aradığı aslında, ama bunu henüz anlayamıyordu,
ne o ne de başkaları.
Gördükleri ve görebildikleri arasındaki o ince ayrımda yürüyordu, telaşsızca. Çatık kaşlarla
ve yavaş, bir şeyleri anlamaya çalışıyormuş gibi.
Gözleri anlamaya çalışıyordu aslında. Çünkü bu dünyadaki herkes bir çift gözün ardında
gizliydi. Belki de, yalnızca bir çift göz ardında, dünyadaki her şey.
Geldi ve gördü.
Gördükleri birer birer gitti sonra, bazıları veda bile etmedi. Bazılarını son bir kez
görmeyi isterdi, göremedi.
Gitmek sadece bedenen olmazmış, bunu da öğrendi. Çünkü biri vardı. Karşı karşı dururken
bile, gözlerine hasretti.