Hikaye

Yol

Gidiyorum, elimden geldiğince. Bir yudum nefes alabilmek için bu gelişigüzel kalabalıktan kaçıyorum. Yola çıkmam lazım, daralıyorum.

Ve işte geldik. Upuzun kayın ağaçlarının ortasındayım. Çadırımı kurdum. Akşam olmadan ateş yakmak için odun toplayacağım. Telefonumu geride bıraktım. Kaptanınız konuşuyor: “Bugün bildirimsiz bir gün geçireceksiniz.” Havalı kaptan sesi yaparak kurduğum cümleye gülerek işime devam ediyorum. Odunları topladım. Güzel bir mimari ile üst üste dizdim. İnsan yakmaya kıyamaz bunları. Fırınlara atılan koca odunlar gibi topladığım büyük odunlar da yanımda bekliyor. Ateş kendine geldikten sonra atılacak onlar. Kendi kendime hesap yapıyorum; bu iki saat gider, bu bir saat gider diye. Ateşi yakıyorum, eğilip üflüyorum, ateş iyice büyüyor ve işlem başarılı. Kafam rahat, huzurla gecenin çökmesini bekliyorum. O kadar karanlık oluyor ki gecelerin bu kadar karanlık olduğunu bile hatırlamıyordum. Ve yıldızlar… Yıldızları görüyorum, kocamanlar, yatıp saatlerce onları izliyorum. Ateşin çıtırtısı öyle güzel, yavaş yavaş ritm tutuyor ki yanımda, erkenden uykum geliyor. İçeriye girip binbir şükürle uyuyorum.

Kahvaltımı yapıp yola çıkıyorum. Fazla araba geçmese de elbet birilerinin geçeceğini düşünüp yürümeye başlıyorum. Yürürken çevremdeki doğaya, uzaktaki tek tük, dağınık dizilmiş evlere, köpeklere, başı boş meyve bahçelerine bakıyorum. Kendimce hepsine bir yorum yapıyorum. Dört kilometre yürüdükten sonra, adettendir yürünür, kırklarındaki Ahmet abi alıyor arabasına. Hem şaşırıyor hem soruyor nereye diye. Bilmem, plan yapmadım. Şimilik sadece merkeze. Ondan sonra canım nereye isterse oraya diyorum. Birkaç yer tavsiye ediyor, tamam diyorum. Yarım saat sohbet edip ayrılıyoruz.

Biraz hızlanmak istiyorum. Küçük bir şehir olduğunu bildiğim için araba fiyatlarının ucuz olacağını tahmin ediyorum. Cüzî bir miktara güzel bir astra kiralıyorum. Öğlen olması lazım, daha erken, hava da sıcak. Türkiye haritasını gözümün önüne getirip en yakın hangi ilde beraber eğlenebileceğim bir arkadaşım var diye düşünüyorum. Aksi gibi aklıma Aksaray’da yaşayan Emre abi geldi. Giderken yolda da Serkan abimi alırım, tamamdır. Baya uzaklar ama işim ne? Giderim, hem de gece giderim. Gece yolculuğu en sevdiğim.

Akşama kadar Ahmet abinin tavsiye ettiği yerleri gezdim. Hatta birisi baya hoşuma gitti. Üç dört saat arabanın içinde uyudum. Arabanın içinde uyumak ayrı bir zevk. Uyanınca da dışarı çıkıp bir güzel, manzaraya karşı iyice gerindim. Artık gitme vakti. Vitesi geriye takıp gerisin geri küçük bir mesafeyi, dönmeye üşendiğimden böylece kat ettim. Mandalı çekip vitesi geriye takmak, aynalara bakarak geri geri gitmek, ayrı bir seviyorum.

Merkezde opete uğradım. Nedense opeti de ayrı bir seviyorum.Elimi yüzümü yıkadım iyice ve yola çıkmadan önceki klasik alışverişimi yaptım. Su, kola, parlement, sakız ve büyük bir kutu rulokat. Rulokat olmazsa olmazım uzun yolda. Aldıklarımı öderken gecenin on iki olduğunu gördüm. Telefonum olmadığı için ikisine de baskın yapacağız. Onları alıp artık kafamız nereye isterse oraya gideriz. Kabul etmemeleri gibi bir ihtimal yok, çünkü yarın haftasonu. Planları varsa da iptal ederler, kaç km yoldan geliyoruz.

Gece yolculuğu ayrı bir sevda. Karanlık arabanın içindeki göstergelerden ve müzik sisteminden gelen ışığa bayılıyorum. Güzel bir de radyo buldun mu, tamamdır, seni sabaha kadar hiç sıkılmadan götürür. Kemerimi bağlıyorum, farları açıyorum, yolun boş olduğuna kanaat getirdikten sonra başlıyorum vites büyütmeye. Yüz yirmiye sabitledikten sonra yakıyorum keyif sigaramı. Sağ elimle içmeme rağmen sol elime alıyorum, camı da hafif aralıyorum. Hala o aralıktan külü savururken birazı içeri giriyor, bir öğrenemedim o işi tam. Sol elim direksiyonda, sağ elim viteste. Çok vites değiştirmeme gerek olmasa da elimi viteste durdurmayı ve tek el araba kullanmayı seviyorum. Sigaranın ucundaki turuncu sessiz sessiz yanan kısım ve çıkardığı duman… İnsan yalnızken, yapacak bir şeyi yokken böyle küçük şeylere dikkat ediyor. Radyodaki sesi dinlemeye başlıyorum, sohbete dahil olmak istiyorum. Senden habersiz, senin sevdiğin öyle güzel şarkılar çıkar ki o gece yolculuğunda, radyoda; sen bile şaşırırsın, unuttuğunu hatırlarsın bu şarkıları. Sonra bir yandan sigarandan nefes alırsın, bir yandan keyifle eşlik edersin. Sabaha kadar yeri gelir kâh keyiflenirsin, kâh eskilere dönersin, alır götürür seni.  Bir mola yerinde duruyorum. Bir liralık tuvaletlerin ücretsiz olduğu mola yerlerindenmiş. O bir lirayı vermediğim için ayrı bir keyifli, çay söylüyorum. Acıktım, yanına bir de patatesli gözleme. Üstüne keyif sigarasını ve çayımı içip kalkıyorum. Biraz hava alayım, ayaklarım da açılır. Mola yerlerinin karanlık girişlerinde gezmeyi, yola bakmayı, duran arabalara, tırlara bakmayı oldum olası sevmişimdir. Arabalarından, içindeki kişilerden, davranışlarından, kıyafetlerinden hepsinin ayrı bir hikayesi olduğu sezer, onları tahmin etmeye çalışırım. Az sonra hepimiz farklı yerlere gideceğiz, ne garip. Sanki molalarda birini aramak gerekirmiş gibi hissediyorum ama telefonumun olmadığı hatırlıyorum. Birazcık üzüldüm, sonra olsa kimi arardım diye düşünmeye başladım. O olmaz, bu saatte ayıp olur, annemler yatmıştır, kardeşimi arardım herhalde. Osman’ı özledim. Hafif dertli bir sigara daha yakıyorum. Otogarlar, mola yerleri oldum olası beni hafif melankolik yapmıştır zaten. Aklıma Özcan Deniz’in tır sürdüğü filmdeki yol sahneleri, sigara içiş sahnesi, düğündeki oynayışı geldi. Filmin adını hatırlamaya çalışıyorum, hatırlayamıyorum. Marketten birkaç bir şey daha aldıktan sonra biniyorum arabama.

Sabah ilk Ereğli’den Serkan abimi aldım, sonra da Emre abiyi. Fazla sorun olmadı, ikisinin de işi yokmuş. Arabayı Emre abiye verip arkada hafif kestiriyorum.

İki gün beraberiz. Kocaeli’ne doğru gidiyoruz. Nedenini bilen yok. Emre abi klasik taktiğini uyguluyor. Önüne kendi hızlarında giden bir araç bulmuş. Arkadaş gibi onunla beraber gidiyor. Sıkıldığını anlayıp geçeyim diyorum, bir yerde durunca alırsın diyor. Acıktık, öğle yemeği için arayış içindeyiz. Büyük mola yerlerinden kaçıp, tırcıların durduğu bir yer arıyoruz. Çünkü tırcıların durduğu yer, yemeklerin en güzel olduğu yerdir. Sonunda bulduk, içeri girip klasik ortaya kavurma söyledik. Bunu yemesek yola çıkmanın anlamı olmazdı. Üç kişilik kavurmamız ortasında pilavla ve mükemmel kokusuyla beraber geldi. Biz hiç istemeden az sonra da kırılmış tüm bir soğan geldi. Hiç özenilmemiş, az önce yumrukla kırıldığı belli. O görüntü ayrı bir hoşumuza gidiyor, keyifle yiyoruz yemeğimizi. O yağlı kavurmanın üstüne yaktığın sigara yok mu. Kavurmadan bile tatlı. Keyfimiz acayip yerinde, Terlikleriyle oturan yaşlı dayılara garip gözlerle bakıp çıkıyoruz ve tekrar düşüyoruz yollara.

Yolda sağa sola uğradığımız için gece varabildik Kocaeli’ne. Yanında sevdiğin insanlara yola çıkmak apayrı bir zevk. Sohbet ede ede uğramadığımız yer, konuşmadığımız konu kalmadı. Gece güzel bir kafeye oturup nargile ve türk kahvesi içiyoruz. On ikiye doğru uykumuz geliyor. Arabada uyumak için güzel bir yer biliyorum. Onlar da tahminlerimin aksine kabul ediyor. Yıllar önce burada bir kez daha uyumuştum Ömür’le beraber. Kocaeli marinanın yakınlarında, denize karşı, kimsenin uğramadığı bir yer. Camları hafif açıyoruz, kapıları kilitliyoruz ve uykuya dalma vakti.

Küçüklüğümden beri dakikalar içerisinde uyuduğumdan o kısacık sürede aklımdan şunları geçirerek dalıyorum uykuya: Hayat dediğin, kapan gibi sıkışıp kaldığımız şehirlerden kaçıp böyle yola düşmektir işte. Yol gibisi var mı ya, şu üç gündür aldığım zevki, belki aylardır almıyordum…


 

Previous ArticleNext Article
%d blogcu bunu beğendi: