Woody Allen’ın ‘’Paris’te Gece Yarısı‘’ filminde, geçmişe özlemin aslında her dönem yaşanıldığından ve bunun bir yanılsama olduğundan bahsediliyor. Anlatıldığı gibi ya bu bir yanılsama ya da hayatımız her geçen gün eskiye oranla daha da kötüleşiyor.
Her gün şehir hayatının zorluklarıyla boğuşurken, Serdar Kılıç’ın ‘’ Doğadaki İnsan ‘’ programlarını izledikçe; Anadolu kültürümüzün özlenilecek kadar güzel olduğunu daha iyi görüyorum. Mühendislik okuduğum için hayatımın büyük şehirlerde geçeceğini biliyorum; ama şu günlerde hep bir orta yol bulmak için kafa yoruyorum. Eski, sürekli aklıma geliyor ve yeniye baktıkça hayatımızın nasıl değiştiğini görüyorum.
Konya Ereğli’de, babamın memleketinde yaşıyoruz. Babamlar dokuz kardeş ve doğal olarak birçok kuzenim var. Bayramlarda, ramazanlarda hep beraber olurduk. Köye gidilirdi, o küçük kerpiç odada sacın etrafında yirmi kişiyle yenilen etin tadı hala damağımdadır. Biz iki kardeşiz. Osman, İzmir’de ekonomi okuyor. İlerde olmaması için elimden geleni yapacağım; ama olursa Osman başka bir şehirde, ben başka bir şehirde yaşayacağız. Çocuklarımızın halası zaten olmayacak, olan bir tanecik amcalarını da büyük ihtimalle ebelerinin ( babaanne ) evinde bayramdan bayrama görecekler. Kuzen kavramını ayda yılda bir gördükleri ve zorla gülümseyip vakit geçirmeleri gereken kişi olarak öğrenecekler. Babalarımızın, annelerimizin hep büyük aileleri olmasına rağmen; şimdiki aileler iki çocuktan fazlasını istemiyor. Onlar da büyünce farklı şehirlerde yaşayacak. Akrabalık kültürü de zamanla kaybolacak sanırım.
‘’Aşağıdakilerden hangisi ağaçta yetişir?‘’ İlkokulda biz bu soruları zaten gördüğümüz için kolayca çözebiliyorduk. Bizim çocuklarımız resimlere bakacaklar, internette araştıracaklar veya kitaptan ezberleyecekler. Hayvanların doğal ortamını, kümesi, ağılı göremeyecekler. Sadece anlattığımız hikayelerden duyacaklar. Hayvan sevgisi olmayan, bir hayvanla iletişim, ilişki kurmayan; toprakla uğraşmayan, meyve ağaçlarına bir yıl bakıp da hasat zamanında ağzına aldığı o lezzetlerin hikayesini yaşamayan bir insan nasıl mutlu olur ki?
Beni en çok düşündüren konular akrabalık ilişkileri, doğal ortam ve iletişimimiz. Farkında olmasak da, sürekli birileriyle konuşuyoruz gibi hissetsek de iletişim eksikliği yaşıyoruz. Eskiden whatsapp olmadığı için insanlar birbirini arayıp konuşuyorlardı. Abiler, ablalar, kardeşler yakın yerlerde oturdukları için birbirlerine yürüyerek gidip sohbet ediyorlardı. Şimdi whatsappta konuşuyoruz, facebookta doğum günü kutluyoruz. Birine değer vermekle vermemek arasında kalınmış gibi. Birine doğum gününü kutlayacak kadar değer veriliyorsa yanına gidilir, sürpriz yapılır, hediye alınır; gidilemiyorsa beş dakika aranıp konuşulur. Birbirimize değer verdiğimizi fotoğraflarını beğenerek gösteriyoruz artık.
İşin en kötüsü, bütün bu hızlı değişimler gerçekleşirken kaçımız farkındayız, bilinçliyiz? Bunun doğuracağı olumsuz sonuçları görüp buna karşı önlem alıyor muyuz? ( Önlem almak istiyor muyuz? )
Özlüyorum eskiyi. Teknolojiden faydalanıyorum; ama gelen her yeniliği kabullenmiyorum, sorguluyorum. Benden bir şey alarak hayatımı kolaylaştırıyorsa tercih etmemeye çalışıyorum. Okuduğum okuldan dolayı kaldığım İstanbul’da ilerde yaşayacağım bahçeli evimin, hayvanlarımın ve büyük ailemle paylaşacağım sofraların hayallerini kurarak dalıyorum uykuya…